Kene hafif geldi bir akrebi deneyelim...

Sağ el ve sağ ayak bileğimden akrep soktu. Olayın üzerinden yaklaşık 5 saat kadar geçti. Şu an bu satırları yazarken hastanedeyim.

Onlar da bizim şehidimiz...

Çanakkale ile arasında tam 8530 kilometre mesafede yatıyor olsalar da onlar da bizim şehidimizdir. Siz de bir buket sanal çiçek hediye ediniz gönülden gerçek dualarınızla birlikte. Nasıl yapacağınız burada tarif ediliyor.

Kendiniz Yapın: Tenekede Tavuk Pişirme Aparatı

Tenekede tavuk pişirebilmek için kendiniz evde malzemelerle son derece basit ve pratik bir aparat yapabilirsiniz.

Altın Oran ve Kabe

Altın Oran yani “Fi sabiti” 1.618, matematikteki üstün tasarım sayısıdır. Kalp atışlarımızda, DNA sarmallarının en ve boy oranında, kainatın dodecehadron adı verilen özel tasarımında, bitkilerin filotaksi denen yaprak dizilim kurallarında, kar tanesi kristallerinde, pek çok galaksinin spiral yapısında ve sayısız yerde Yaratıcı hep aynı muhteşem sayıyı kullanmıştır. Altın oran sayısı yani 1.618…

Mangal çeşitleri - Akla ziyan tasarımlar

"Yaşasın, mangal sezonu açıldı..." isimli yazı dizimize "Akla Ziyan Mangal Tasarımları" ile devam ediyoruz. Bu yazıda çok enteresan mangal tasarımları ile karşılaşacaksınız. Ya Rab bir zevk uğruna ne mangallar tasarlanıyor...

İyi Bir Tabletten Neler Olur?

Bir tablet bilgisayar evdeki hangi cihazların yerine geçebilir?

sarıcakaya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sarıcakaya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kayayı delen ağaç...

Güncelleme tarihi 20 Aralık 2012'nin son dakikaları. Kıyamete 5 kala...
İlk yayın tarihi 2 Mayıs 2011

"İşte böyle olacaksın, hiç olmadık yerde, dağın tepesinde tek başına bile kalsan dimdik! Köklerin kayayı delip geçecek, meydan okuyacaksın denize, dağlara. En güzel manzara da senin olacak, senin hakkın o!" demiştik şurada :



Aşağıdaki ağaç da Eskişehir'den Mayıslar'a doğru giderken, Mayıslar'a 4-5 km kala hemen çay köprüsünü geçince görebileceğiniz bir kayanın üstünde. 
Kayadır demememiş, toprağım yok ben nerede duracağım, suyum nereden gelecek dememiş,
delmiş geçmiş.



Kaya mı ağacı tutuyor yoksa ağaç mı kayayı? Belki de kökleri kayayı yamaca sabitliyordur. Doğanın dengesi müthiş...

Ya buna ne demeli...

14 Şubat 2012'de eklendi

Hele buna ne dersiniz? (20 Aralık 2012'nin son dakikalarında eklendi.)

Bu fotoğraf da benden. 27 Ekim 2012, İstanbul Fuar Merkezi otoparkı. Bitkinin çıktığı yere dikkatli bakınız. Beton ile asfaltın arasında kağıt bile giremeyecek kadar dar bir yerde... Sulayan yok, gübre veren yok, budayan, bakım yapan yok. Ama çıkmış oradan ve dimdik ayakta...



Allah "Ol!" der ve olur...


...


veee huzurlarınızda KüçükBahçem'in pembe güzelleri

Bu sene biraz gecikti benim pembe güzellerim. Pek bir nazlandılar pembe yanaklarını göstermek için...


Zaten köyümden pembe domates (sakarı domatesi) fidesi diye getirip diktiğim fidelerin çoğu "küçük" bir karışıklık sonucu salkım çeri çıkmıştı. Allah'tan kendim çimlendirdiğim bir kaç tane pembem vardı da onlar durumu kurtardı. Dediğim gibi bu sene pembe domatesim az olduğu için olanlar da daha bir kıymetli oldu. Gözüne bakıp duruyorum domateslerin, büyüsünler sonra da pembeleşsinler diye. Havaların geç ısınmasından dolayı toprağa geç aktardığım pembeler Eylül ayının ortasına gelmemize rağmen daha yeni yeni kızardılar, daha doğrusu pembeleştiler.

KüçükBahçem'deki ilk pembeleşen pembe domatesimi görüyorsunuz aşağıda. Büyüklüğünü gösterebilmek için ölçek olarak 50TL'yi kullandım. Bu tür işlerde genellikle 1 TL kullanılır ama bende para af edersiniz "çok" olduğu için cebimdeki en küçük para ile ölçekledim. Hem demedik mi bu pembeler pek bir kıymetli diye, şimdi 1 TL kullanmak yakışmaz...


O da olmazsa arabamın anahtarını koyayım ölçek olarak, maksat görgüsüzlük değil mi? (Kıroyum ama para bende)


KüçükBahçem'den topladığım günlük mahsul bir arada.

KüçükBahçem'in ilk pembe güzelleri bir arada. En irisi 511 gr ilk hasat olan 4 tanesi 1223 gr geldi.
Amanın burada 1 TL kullanmışım, gitti karizma.



Pembelerin devamı KüçükBahçem'de, dalında.

Pembe domateslerin tohumlarının nasıl alındığını fotoğraflı anlatımıyla okumak için tıklayınız --> tam buraya <--

Esen kalın.

Ceviz ve Zeytinlerimin Budanma Zamanı Gelmiş...

ÖNEMLİ NOT: Burada anlatılanlar ceviz-zeytin budamasının nasıl yapılacağına dair bir ders niteliğinde değildir. Burada anlatılanlar benim kendi tecrübemdir. Doğrusuyla yanlışıyla bana aittir ve zararım da kendimedir. Lütfen yazımı okurken bunu aklınızda tutunuz.


Budama zamanı gelmiştir diye düşünerek çoluk çocuk doluştuk benim küçük Yaris'ime ve vardık köyümüz Mayıslar'daki ceviz-zeytin bahçesinin başına. 


Akşam elektrikler kesik olduğu için dersime çalışamamıştım. Bizim sıpalar ortalıkta gezinip börtü-böcük kovalarken ben bir kenara çekildim ceviz nasıl budanır okudum dersime çalıştım. Kullandığım kaynak, bundan 5 sene önce Düzce'den aşılı cevizleri almış olduğum yerin sahibi Selami BAYRAK'ın kitabı. Cevizler ve kitap hakkında ayrıntılı bilgi www.ceviz.com.tr adresinden temin edilebilir, sipariş verilebilir. (Araya reklam girmiş olduk. Eee o kadar da olsun, Türkiye'de ceviz yetiştiriciliğine bu kadar emek vermiş birisinin adını da burada anmış olalım)

Dersimizi bitirip işin teorisini öğrendikten sonra pratik yapmak üzere aldım elime budama makasını geçtim deneklerin başına. Hanımla beraber budadım ceviz ağaç(cık)larımı. Daha doğrusu hanım şunu şuradan kes dedi ben de kestim. "Nerede kaldı çalıştığın ders?" derseniz en önemli derslerden birinin hanımın sözünü dinlemek olduğunu daha birinci sınıftayken öğrenmiştim. İşin şakası bir yana göze hoş gözükmeyen, sıkışık kalmış, çok çatallanmış dalları budayarak ağaçcıklara biraz şekil verdik. Hasta, zayıf kalan, kurumuş dalları temizledik.



Geri planda görünen dağ, eteklerinde Sarıcakaya'nın bulunduğu Bozaniç Kayası. Bozaniç Tepesi diye de bilinir,  volkan çivisi olur kendisi.

Burada hangi dalları nasıl ve niye kestiğimi tarif etmeyeceğim. Zaten internette bol miktarda şekilli, grafikli hatta videolu anlatımlar mevcut. Internet ortamındaki en büyük sıkıntılardan birisi olan bilgi kirliliğine bir de ben katkıda bulunmak istemiyorum. Bunun yerine budama öncesinde ve sonrasında çekmiş olduğum fotoğrafları yan yana koyarak aradaki 7 farkı bulabilirsiniz. Hem kısa bir bulmaca molası vermiş olursunuz.

Mayıslar dağlarında mantar avı

Zeytin avımızdan elimiz boş dönüp, temiz dağ ve orman “havamızı aldıktan” sonra hiç olmazsa günü kurtarmak adına mantar toplamaya çıktık. Bu aralar tam da mantar avı zamanıymış. Malum, mantar toplamak çok keyifli olsa da mutlaka ama mutlaka bir bilen ile birlikte gitmek gerekir bu ava. Öyle kulaktan dolma bilgilerlere, kitaptaki, google’daki fotoğraflara güvenerek mantar toplanırsa sonu kötü biten bir macera yaşanabilir.

Mantar avına çıktığımız yer


Ülkemiz yabani mantar açısından son derece zengin. Dolayısı ile bir hayli zehirli mantar türü de yetişmekte topraklarımızda. Bu nedenle toplanan mantarın zehirli olmadığından kesinlikle emin olunmalı. En ufak bir şüphe varsa bile bırakınız kalsın o mantar, gerek yok yemeseniz de olur. Yenilebilir mantarın da tadına doyum olmaz hani, hele hele taze taze toplanıp da hemen oracıkta ızgarası ya da yemeği yapılırsa tadından yenmez…

Peki, bir mantarın zehirli olup olmadığı nasıl anlaşılır? Şahsen ben mantar uzmanı değilim; bırakın uzmanlığı pek toplamışlığım da yoktur.  Ülkemizde belgeli/sertifikalı mantar uzmanı da pek yok aslında. Öğrendiğim kadarı ile bir tek Jilber BARUTÇİYAN isminde bir kişi var ülkemizde sertifikalı mantar uzmanı olarak.
www.uzmantv.com web sayfasında kendisi şöyle tanıtılmakta:

Jilber Barutçiyan; Mantar Uzmanı.
Türkiye'de arkeoloji eğitimi aldıktan sonra 1984 yılında İsviçre'ye gitti.
İsviçre'de amatör olarak mantarcılığa başlayan Barutçiyan, bugün İsviçre Sağlık Bakanlığı'nın onayından geçmiş bir mantar uzmanı.
Kişilerin topladığı mantarları kontrol etme, her türlü mantar ticaretinde sertifika yazma ve kurs verme yetkisi veren bu sertifika dünyada sadece İsviçre Sağlık Bakanlığı tarafından verilebiliyor.
24 yıldır mantarlarla uğraşan Barutçiyan, mantarlar hakkındaki bilgilerini amatör olarak mantar toplamak isteyenlerle de paylaşıyor.
Mantar meraklıları için Fransızca ve Türkçe olarak kurs veriyor. Kurs, yaklaşık 5 saatlik teori ve bir günlük arazi çalışmasını içeriyor.
Kursun amacı katılanlara mantar hakkında genel bilgiler vermek, zehirlenme risklerini ortadan kaldırmak ve en azından 5-10 çeşit leziz ve kıymetli mantarı tanımalarını sağlamak ve doğa sevgisini paylaşmak.

Mantarları ayırt etme konusunda kısa bir araştırma, internet ve kitap taraması sonunda öğrendiğim yöntem şudur: “Daha önce yenilmiş ve yenildiği için zehirlenilmişse o mantar zehirlidir. Yok, eğer yenildiği halde zehirlenilmemişse o mantar yenilebilir.”

Fakat unutulmamalı ki bazı mantar türleri insanı uzun sürede ölüme götürebiliyor. Çok yenildiği takdirde, uzun vadede böbrekleri çalışamaz hale getirip böbrek yetersizliğinden dolayı ölüme neden olan mantarlar da varmış doğada. Genellikle bunlar ölümcül/zehirli olduğu bilinmediğinden ölenler eceliyle gitti zannedilmekteymiş.
Her neyse, biz de yanımızda bu işi bilen (daha önce mantar yediği halde hala bizimle olan) bir büyüğümüzle çıktık Mayıslar’ın dağlarına. Buralarda özellikle çam ve meşe ağacı bol miktarda var. Mantar da meşe ağacının olduğu yerleri severmiş. Nitekim ormana gelir gelmez her tarafta çeşit çeşit mantar görmeye başladık.

Üstüne basılınca sporlarını püskürten puf mantarı

Başka bir puf mantarı türü

Genellikle çürümüş ağaç kabuklarının yanında yetişen bir mantar

Sarı mantarlar
Not: Yazımda kullandığım mantar görsellerinin hiçbirisi bana ait değildir. Maalesef mantar toplama heyecanı yüzünden fotoğraf makinemi yanıma almayı unutmuşum. Telefonun da şarjı bitmişti...

Mayıslar dağlarında zeytin avı

Bu sene de zeytin toplama zamanı gelmiş de geçmiş bile. Aslında bu sene zeytin senesi değil, geçen sene öyleydi ama.  Mayıslar’daki bahçemin hemen arkasında bulunan ormanlık alanda kendiliğinden yetişmiş zeytin ağaçları vardır. Tek tüktür, ardıçların arasına karışmış haldedir ama yerlerini bilenler rahatlıkla bulabilir.


Geçen sene bir hafta sonu gittiğimizde her ne kadar bizden önce birileri zeytinleri toplamış olsa da 3-4 saat içerisinde dört kişi, kimsenin beğenmediği, toplamaya değmez diye dönüp bakmadığı zeytinleri toplamıştık. Allah bereket versin toplamda 50 kg zeytin çıkmıştı bize. Topladıklarımızı Sarıcakaya’da bir yere götürüp çektirmiştik yağı için. 50 Kg zeytinden de bize 3.5 lt zeytinyağı çıkmıştı. Aslında verimi oldukça düşük, 15’e 1 gibi.  Fakat yüzde yüz doğal, kendi kendine yetişmiş, hiçbir sulama, gübreleme, bakım, hormon, katkı maddesi içermediğinden son derece lezzetli, asit oranı düşük, yüksek kalitede zeytinyağı çıkmıştı bize.

Taş atıp da kolumuz mu yoruldu sanki. Tek zahmet ettiğimiz konu ağacın dallarından zeytinleri sıyırarak toplamak. Bu da zaten zahmet değil bize eğlence oldu. Temiz orman havasında, dağ manzarasında bir hafta sonu keyifli bir uğraşıydı bizim için.

Ormandaki zeytinler



Bu sene de vaktini kolluyorduk yine toplayalım diye. Her ne kadar bu sene ağaçlar fazla meyve vermemiş olsa da olanı yeter dedik çıktık dağa. Zaten amaç hafta sonunu temiz dağ ve orman havasında geçirmek ve olursa zeytin toplamaktı. Amma ve lakin biz yine geç kalmışız. Biz gidene kadar ağaçlarda zeytin bırakmamış sevgili köylülerim. Hâlbuki bir hafta önce bayramda gittiğimde ne de güzel duruyorlardı zeytinler. Göz koymuştum, haftaya gelir toplarız demiştim ama hafta sonu olup da biz gelen kadar tamamı toplanmış.

Olsun, biz yine de temiz dağ ve orman “havamızı alıp” geri döndük. Sadece kendi ağaçlarımdan topladığımız 2 kg kadar iri taneli yemeklik zeytinlerimizle idare edeceğiz artık.

Bahçemdeki zeytinler daha irice

Ağaçların boyu da oğlumun boyunu geçti
 
Sağlıcakla kalın.

Köyümün Pembe Güzelleri

Hafta sonu köyüme gittim, benim şu cevizleri sulamak için. Beni gören eş dost eksik olmasınlar, "-Amman benim tarlama git, ne istiyorsan topla. Domates, biber, patlıcan, kavun, vs. ne istersen istediğin kadar al" diye ısrar ediyorlar. Öyle ısrarcılar ve öyle zengin gönüllüler ki biraz pazarlık yapsam üste para bile alırım herhalde.


Bahçenin genel görünümü
Bizim oralarda "Sakarı domatesi" deriz. Sanırım bizim http://www.pembedomates.org/ ağındaki domateslerden. (Fotoğrafları aşağıda, yanılıyorsam lütfen söyleyin, düzelteyim).

Peki "Sakarı" ne demek? Bizim oralarda, Sakarya Nehri'nin kenarındaki köylerde yaşayanlar Sakarya Nehrine köylü ağzıyla "Sakarı" der, kendilerine de "Sakarılıyız" der.
Eskişehir'li pilotların gözünden Sakarı Deresi

Sen hiç ipekböceği gördün mü?

Mayıslar köyünde, bir İç Anadolu şehrinde olması umulmayacak sebze, meyve yetişir demiştik. Mesela bizim orada dut bol olduğu için ipekböcekçiliği de yapılır. Biliyorsunuzdur, ipekböceği sadece dut yaprağı yer.

Wikipedia’da şöyle bahsediliyor ipekböceğinden:
“Kelebek yumurtalarını dut yaprakları üzerine bırakır, yumurtladıktan üç dört gün sonra ölür. Baharda taze dut yaprakları üzerindeki yumurtalardan larva halinde çıkan tırtıllar sık tüylü ve siyahtır. Büyük bir iştahla devamlı dut yaprağı yerler ve dört beş defa gömlek değiştirerek bir, bir buçuk ayda 7 veya 8 santime ulaşırlar. Büyüdükçe renkleri açılır ve tüyleri kaybolur. İyice büyüyüp de hücrelerine yerleşince üst dudağındaki delikten iplik halinde zamk gibi bir sıvı çıkararak kozasını yapmaya başlar. Tırtıl önce kozanın dış kısmını sonra kendi vücudunun etrafını örmeye devam eder ve görünmez olur. Eğer kendi haline bırakılırsa iki üç hafta içinde kelebek haline gelerek ördüğü kozayı parçalar ve dışarı çıkar. Bu yüzden kozayı parçalamadan kozalar sıcak suya atılır veya sıcak su buharına tutularak tırtıl öldürülür. Böylece ipek kozaları elde edilir. Bu kozalardan da tel şeklindeki ipek lifleri çıkarılıp ham ipek üretilir.”

Tam da bu aralar ipekböceği yetiştirme mevsimi. Bizim köydeki akrabalarımız da yetiştiriyorlar. Hani marketlerde satılır ya kuru ekmek mayası aynı onun gibi bir kutu içerisinde böcek larvaları alınır kooperatiften. Sonra bunlar dut yaprağı üzerine serpilir.



Sonra bu böcekler yedikçe şişer, şiştikçe bir daha yer. Şöyle bir şey olurlar:


Daha sonra kozasını örmeye başlar, ördükçe de kendini içeriye hapseder. Vakti gelince de kozayı delerek uçar gider.


Su tutucu polimerin tarımda kullanımı

"NanoJel toprak kullanarak çimlendirme" başlıklı yazımda bahsedilenler daha çok dekoratif amaçlı kullanılan su tutucu polimer çeşitleri. Benim asıl bahsetmek istediğim ise su tutucu polimerlerin tarımda kullanımı. Öncelikle şunu belirtmek istiyorum; benim ne nanojel firmaları ile ne de stockosorb/kemisol/sutut/kristajel gibi firmalarla son kullanıcı müşterileri olmamın dışında herhangi bir bağlantım yoktur. Burada bunların reklamını, iyi ya da kötü tanıtımını yapmak gibi bir çabam da yoktur. Ben sadece naçizane deneyimlerimi paylaşmak arzusundayım. Su tutucu polimerler hakkında daha ayrıntılı bilgi almak için google’da küçük bir araştırma yapabilirsiniz. Şu linklerden de yola çıkabilirsiniz: www.wesoorb.com.tr ya da  http://www.sutut.com/  ya da http://www.qemisoyl.net/

Ayrıntıları başka sitelerden temin edebilirsiniz ama madem buradasınız kısaca bahsetmek gerekirse: “Qemisoyl, su hidratörleri ile bağlantıya girdiğinde su için bir rezervuar işlevi gören şeffaf bir jel haline gelen ve sonra suyu bitkinin köklerine geçiren beyaz granüllü su bazlı (çekmeli) polimerdir” denmekte ilgili sitelerde. Faydalarından da şu şekilde bahsedilmekte:

Toprağa yerleştirildikten sonra toprağın yoğunluğunu düşürür.
•    Topraktaki hava ve su dolaşımını geliştirir.
•    Su tutma kapasitesini geliştirir ve sudaki besleyicilerin kaybını azaltır.
•    Birçok kez dolup boşalabilir. Uygun koşullarda 5 yıl özelliğini korur.
•    Birçok çözünür gübre ve toprak ile bağdaşır.
•    Buharlaşma ve sızma sonucu su kaybını önler.
•    Kuraklık döneminde sulama miktarını azaltır.
•    Ürün verimini azaltmaksızın üretim maliyetlerini azaltır.
•    Tohumu nem tabakalarıyla sararak ve suyun içindeki besleyicileri tutup salarak filizlenmesini geliştirir.
•    Aşırı yağışlardan dolayı gübrenin akıp gitmesini engeller.
•    Daha yüksek ürün verimi sağlar.

Benim Eskişehir Sarıcakaya ilçesi Mayıslar köyünde yaklaşık 1200 m2 civarında küçük bir bahçem var. Buraya bundan 4 yıl önce ceviz fidanları dikmiştim. Karşılaştığım en büyük problem sulama. Her ne kadar Sakarya Nehri köyümden geçse de benim bahçem nehre uzak olduğu için su temininde sıkıntılar yaşıyorum. O zamanlar anladım ki ileride savaşlar su yüzünden çıkacak. Yine anladım ki “Su akar Türk bakar…” Maalesef böyleymiş, koskoca Sakarya Nehri akıp gidiyor bu nehrin suyundan sadece yanındaki tarlalar bahçeler kullanabiliyor. Benimki gibi sudan 300-500 m uzakta bulunan tarlalar susuzluktan kavruluyor…


Mayıslar'ın panoramik bir görüntüsü. Sol tarafta İğdir, Sarıcakaya; sağda ise Kapıkaya

Neyse ki bahçenin hemen yanında bir sulama kanalı geçmekte de bazı zamanlar sıraya girerek suyu kullanabiliyorum. İlk zamanlar bu kanalın bazı yerleri yıkılmış olduğundan su da gelemiyordu. Fidanları toprağa diktiğim ilk zamanlar arabamla köyün çeşmesinden damacanalarla su taşımak zorunda kaldım. 
Bu da oğlum, Oğul Monk...



Bizim oralarda 2008 yazı son derece sıcak geçmişti, termometrede 49 dereceyi gördüğümü biliyorum. Köye pek sık gidemediğim için o yaz maalesef 2 adet fidanım kurudu.  Fazla uzatmayayım, kafamda birçok sulama projesi olduğu halde fiiliyata geçmesi konusunda maddi manevi çeşitli sıkıntılar olduğu için şimdilik en basit ve hızlı (quick and dirty) çözümü uygulamak durumundayım. Bu nedenle internette dolaşırken su tutucu polimerleri fark ettim. Araya araya Ankara’da bir temsilci firmayı bulup kapısını çaldım.  (http://www.sututtarim.com/)  Birçok temsilci firma gibi bir apartman dairesiydi burası. Ben kapıyı çalıp “Su tutan jellerden alacaktım” deyince pek şaşırdılar zaten “burayı nasıl buldun?”  der gibi bakıyorlardı. Şaşırmalarının diğer nedeni de aslında perakende satışı pek yapmamalarıydı sanırım. Bu arada su tutucu polimerin yanı sıra bir de MOG organik gübre aldım gitmişken. MOG konusuna burada hiç girmeyeceğim, belki başka bir yazımda bahsederim. 4 kg’luk kutu ile satılan Kristajel marka su tutucudan aldım.

Fidanın dibini biraz açtıktan sonra toz şeker gibi olan su tutucuyu serpiyoruz



Su ilave ediyoruz
Polimer çok kısa sürede jelleşiyor
Bahar gelip de ceviz fidanlarımın diplerini çapalamak, su havuzları açmak gerektiğinde biraz derince açarak bu su tutucudan göz kararı ilave ettim. Su verdiğimizde hemen suyu emerek jöle gibi oldu zaten. Beklentimiz ağacın dibine vermiş olduğumuz suyun daha derinlere kaçmasını, hızlı bir şekilde buharlaşarak kaybolmasını engellemek. Fidanlar böylece ihtiyaç duyduğu suya daha uzun süre erişebilecek.

Su tutucuların denemesinin sonucunu bu yaz sonunda daha iyi anlayacağız diye tahmin ediyorum. Fakat okuduğum kadarı ile de başarılı sonuçlar elde edilmiş; zaten bilimsel bir yöntem.Bir nevi mikro sünger anladığım kadarı ile.


Bir miktarı ile evde çimlendirme yapmayı denemiştim. Fotoğrafta da göreülebileceği gibi işe yaradı gibi. Islak beze ya da pamuğa sarmaktan daha iyi bir yöntem bence.

Misket gibi olan ise dekoratif amaçlı olan tiptekilerden...




Sayfamdaki yazılar kaynak gösterilerek ve bu sayfanın adresi verilerek kullanılabilir.

Sayfamda bazı yazılarımda bahsetmiş olduğum yöntemler kendi öğrendiklerimi, denediklerimi paylaşmak amacıyla yazılmıştır. Yapılan denemelerin sonuçları da yine burada paylaşılmaktadır. Tarif edilenlerin yanlış/eksik uygulanması, yazı dizilerinin tamamının okunmaması, vb herhangi bir nedenden dolayı istenmeyen sonuçlar elde edilmesi, beklenen sonucun elde edilememesi ve/veya karşılaşılabilecek herhangi bir zarardan dolayı sorumlu tutulamayacağımı bilgilerinize sunarım.

Kaynak belirterek ya da belirtmeden kullandığım yazılarımdan dolayı herhangi bir rahatsızlık duyan, haksızlığa uğradığını düşünen beni haberdar ettiği zaman ilgili yazıyı yeniden gözden geçireceğimi, şikayetinde haklıysa yazıda gerekli düzeltmeyi ivedilikle yapacağımı taahhüt ederim.
-=(RaideR)=-